Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
Müellif, Kitâbu’t Tevhîd’in başında “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla” demiştir. Besmele hakkında söylenecek söz bilinmektedir ve şerhlerde zikredilmiştir. Buhârî’nin ve diğer âlimlerin yaptığı gibi kitaba besmele ile başlamak sünnettir. Onlar Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in hükümdarlara ve diğer kimselere mektup gönderdiği zaman uyguladığı sünnetine ittiba etmek amacıyla böyle yapmışlardır. Ayrıca besmele ile başlamanın emredildiği merfû bir hadis de vardır.
Kitâbu’t Tevhîd. Buradaki tevhidden maksat ibâdet tevhîdidir. Her bir resûl kavmini davete bu tevhîd ile “Allah’a ibâdet edin, O’ndan başka bir ilâhınız yoktur” (Mü’minûn, 32) diyerek başlamıştır. Nitekim Arâf ve Hûd gibi sûrelerde bundan söz edilmektedir. Allah Teâla şöyle buyurmuştur:
“Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibâdet etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56)
Ayet, Allah (Subhanehu ve Teâlâ)’nın mahlûkâtı büyük bir gâye için yarattı-ğına delâlet etmektedir. Bu gâye onların Allah’a ibâdet ederek ve O’nun dışındakilere ibâdeti terk ederek üzerlerine düşen vazîfeyi yerine getirmele-ridir. Birinci fiil yani Allah’ın onları yaratması, onların ikinci fiili yani ibâdeti gerçekleştirmeleri içindir.
Şeyhulislâm İbn Teymiyye şöyle demiştir: “İbâdet, Allah (Subhanehu ve Teâlâ)’nın sevdiği ve râzı olduğu, zâhirî ve bâtınî bütün sözleri ve fiilleri içine alan bir isimdir.”
Yine o şöyle demiştir: “İbâdet, mükemmel ve ileri derecede sevgi ile mükemmel ve ileri derecede alçalmayı kendisinde toplayan bir isimdir. Dolayısıyla beraberinde alçalma olmayan sevgi ya da beraberinde sevgi olmayan alçalma ibâdet olamaz. İbâdet ancak iki hususu da kendisinde bulunduran şeydir.”
Yine o şöyle demiştir: “Kulların yaratılma gâyeleri olan Allah sevgisine ve rızâsına gelince, bu Allah (Subhanehu ve Teâlâ)’nın dînî irâdesidir ve O’nun ‘Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibâdet etsinler diye yarattım’ (Zariyat, 56)” buyruğunda zikredilmiştir. Allah (Subhanehu ve Teâlâ) şöyle buyurmuştur:
“Andolsun Biz her ümmete ‘Allah’a ibâdet edin ve tâğuttan kaçının’ diye bir resûl gönderdik.” (Nahl, 36)
Allah (Subhanehu ve Teâlâ) burada her bir dönemde her bir ümmete kendilerini Allah’a ibâdete davet eden, şeytanın kendilerine süslü gösterdi-ği varlıklara ibâdet etmekten sakındıran, kendilerini Allah’tan başkasına ibâdet etmekten korkutan bir resûl gönderdiğini bildirmektedir. Allah onlardan bir kısmını doğru yola iletmiştir de bunlar Allah’ı ibâdette birlemişler ve O’nun resullerine itaat etmişlerdir. Onların bazıları hakkında ise dalâlet hak olmuştur. Bu sebeple ibâdet konusunda başka varlıkları Allah’a ortak koşmuşlar ve resullerin getirmiş olduğu Allah’ın hidâyetini kabul etmemişlerdir. Nitekim Allah (Subhanehu ve Teâlâ) şöyle buyurmuştur:
“Senden önce hiçbir resûl göndermedik ki ona ‘Benden başka ilâh yoktur, öyleyse yalnız Bana ibâdet edin’ diye vahyetmiş olmayalım.” (Enbiyâ, 25)
İşte insanların ve cinlerin kendisi için yaratıldıkları ve kendisine davet edildikleri bu tevhid ulûhiyyet tevhididir. Kasd ve taleb tevhididir. Rubû-biyyet tevhidine, isim ve sıfat tevhidine ve fiillerde tevhide gelince bunlar ilim ve itikad tevhididir. Ümmetlerin çoğu Allah’ı bu tevhid ile birlemişler fakat ulûhiyyet tevhidini inkâr etmişlerdir.
Nitekim Allah (Subhanehu ve Teâlâ) Hûd (aleyhisselam)’ın kavminden bahse-derken Hûd (aleyhisselam)’ın onlara “Allah’a ibâdet edin, O’ndan başka bir ilâhı-nız yoktur” dediğini onların ise “Bize yalnızca Allah’a ibâdet edelim diye mi geldin?” (A’râf, 65-70) diye karşılık verdiklerini haber vermiştir. Aynı şekilde Kureyş müşrikleri “Bütün ilahları tek bir ilah mı yaptı? Şüphesiz bu şaşılacak bir şeydir!” (Sâd, 5) demişlerdir. Bu ayet yani Allah (Subhanehu ve Teâlâ)’nın “Andolsun Biz her ümmete ‘Allah’a ibâdet edin ve tâğuttan kaçının’ diye bir resûl gönderdik” buyruğu kendisinden önceki ayeti ve sonraki ayetleri açıklamak-ta, insanların ve cinlerin kendisi için yaratıldıkları ibâdetten maksadın, hangi şey olursa olsun Allah’tan başka herhangi bir varlığa ibâdet edilme-mesi sebebiyle kendisine şirk adına hiçbir şey karışmamış olan hâlis ibâdet olduğunu beyân etmektedir.
Ameller, Allah’ın dışında ibâdet edilen varlıkların tamamına ibâdetten berî olunmadığı sürece sahih olmaz. Allah Teâla cinleri ve insanları kendi-sine ibâdet etmeleri için yaratmıştır. Onlardan bazıları bunu yaparken bazıları da şirk koşup kâfir olmuştur. Allah (Subhanehu ve Teâlâ)’nın şu ayette buyurduğu gibi: “…Onlardan bazısını Allah hidâyete iletmiştir. Bazıları hakkında ise dalâlet hak olmuştur…” (Nahl, 36)
Allah (Subhanehu ve Teâlâ) şöyle buyurmuştur:
“Biz her peygamberi ancak Allah’ın izni ile kendisine itaat edilmesi için gönderdik.” (Nisâ, 64)
Bu ayetler, Rab Teâlâ’nın cinleri ve insanları yaratmasındaki hikmetin, onlardan her birinin kendisi için yaratıldığı ve uğruna resullerin gönderil-diği şeyi yapacağını gerektirmediğini beyan etmektedir. Allah (Subhanehu ve Teâlâ) bu hikmet gereğince ibâdeti kendisine has kılmayan ve resullerinin getirdiklerini kabul etmeyen kimseleri helâk etmiş, Nebîsine ve O’nun takipçilerine onlarla savaşmayı meşrû kılmıştır. İnsanlardan bir kısmı itaat etmiştir ki onlar azınlıktadır. İnsanların bir kısmı da karşı gelmiştir ki onlar çoğunluktur.
İşte bu tevhid, Allah’ın hiç kimseden kendisinden başkasını din olarak kabul etmeyeceği İslâm dînidir. Kerîmin oğlu kerîmin oğlu kerîmin oğlu kerîm olan Yusûf (aleyhisselam)’ın dediği gibi:
“Hüküm ancak Allah’a âittir. O ancak kendisine ibâdet etmenizi emretmiştir.” (Yûsuf, 40)
İşte bu, Allah’ın kendisiyle resullerini gönderdiği, kitaplarını indirdiği ve resullerine kendisini ikâme etmelerini emrettiği dinin ta kendisidir. Nitekim Allah (Subhanehu ve Teala) şöyle buyurmuştur:
“‘Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin’ diye Nuh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye ettiğimi-zi Allah size de din kıldı.” (Şûrâ, 13)
Yine Allah (Subhanehu ve Teala) Rasulüne şöyle hitap etmiştir:
“De ki: Ben ancak Allah’a ibâdet etmekle ve O’na şirk koşmamakla emr olundum. Ben ancak O’na davet ederim. Dönüşüm de ancak O’nadır.” (Ra’d, 36)
Görüldüğü üzere Allah (Subhanehu ve Teâlâ) O’na yalnızca kendisine ibâdet etmesini ve ümmeti de buna davet etmesini emretmiştir. Kur’an’ın tamamı bu tevhidi ve beyânını içermekte, bu tevhidin mükâfâtından bahsetmekte, bu tevhidi inkâr edenlere cevaplar vermektedir. Nitekim Allah (Subhanehu ve Teala) şöyle buyurmaktadır:
“Gerçekten size Allah’tan bir nûr ve apaçık bir kitap gelmiştir. Allah onunla rızâsını arayanları selâmet yollarına iletir, onları izniyle karan-lıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola iletir.” (Mâide, 15-16)
Ebû Davûd’un rivâyet ettiği, Tirmizî’nin de rivâyet edip hakkında “Bu hasen sahîh bir hadistir” dediği Muâz hadisinde şunlar geçmektedir: Muâz dedi ki: “Ey Allah’ın Resûlü, bana cennete girmeme vesîle olacak ve beni cehennemden uzaklaştıracak bir amel söyle” dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Çok büyük bir şey hakkında sordun. Gerçi bu Allah’ın kendisine kolaylaştırdığı kimse için kolaydır: Allah’a ibâdet edersin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmazsın. Namazı kılarsın, zekâtı verirsin, Ramazan orucunu tutarsın…” Sonra haccı da söz konusu etti ve “Sana işin başını, direğini ve zirvesini söyleyeyim mi?” diye sordu. “Söyle ey Allah’ın Resûlü” dedim. Buyurdu ki: “İşin başı İslâm, direği namaz, zirvesi ise cihaddır.”[1]
Böylece Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) İslâm’ın tevhîdin ta kendisi olduğuna ve farzların da onun haklarından olduğuna işâret etmiştir. Fakih-lerin tamamı İslâm’ın, namazın ve diğer amellerin sıhhati için şart olduğu üzerinde icma etmiştir. İslâm, şehâdeteynin, yani Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın resûlü olduğuna şehâdetin gereğidir. Allah’tan başka ilâh olmadığına şehâdetin manası; şirki terk etmek, şirkten ve şirk ehlinden berî olmak, ibâdeti Allah’a has kılmak, Resûl’e iman edip O’na itaat etmektir. Bu, üçüncü âyetin yani Allah (Subhanehu ve Teala)’nın şu buyruğunun manasıdır:
“Ve Rabbin kendisinden başka hiçbir şeye ibâdet etmemenize hükmetti.” (İsra, 23)
Yani (kendisinden başka hiçbir şeye ibâdet etmemenizi) emretti ve öğüt verdi. Allah (Subhanehu ve Teala)’nın “ibâdet etmemenize” buyruğunda “lâ ilâhe/ilâh yoktur” sözünün manası, “kendisinden başka” buyruğunda ise “illallâh/Allah’tan başka” sözünün manası vardır. Allah (Subhanehu ve Teala) bunu “Allah’tan başkasına ibâdet etmeyelim ve O’na bir şey ortak koşmayalım” buyruğuyla da açıklamıştır. O’nun “ibâdet etmeyelim” buyruğunda “lâ ilâhe” manası vardır. “Allah’tan başkasına” buyruğu ise kelime-i tevhiddeki istisnâ-dır. Subhânallah! Bu, Allah’ın açıklamasına ve beyân etmesine rağmen ümmetin sonrakilerinden zekî kimselere nasıl kapalı kalmıştır?
Yine Allah (Subhanehu ve Teâlâ) şöyle buyurmuştur: “Allah’a ibâdet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın…” Bu ayet de aynı şekilde cinlerin ve insanla-rın yaratılış gâyeleri olan ibâdeti beyân etmektedir. Zira Allah (Subhanehu ve Teala) burada farz kıldığı ibâdet emrini haram kıldığı şirkten nehiy ile birlikte zikretmiştir. Buradaki şirk ibâdetteki şirktir. Bu açıdan bakıldığı zaman ayet, şirkten uzak durmanın ibâdetin sıhhatinin şartı olduğuna delâlet etmektedir. İbâdet şirkten kaçınılmadığı takdirde asla sahih olmaz. Nitekim Allah (Subhanehu ve Teâlâ) şöyle buyurmuştur:
“Eğer şirk koşsalardı yapmakta olduklarının tamamı boşa giderdi.” (En’âm, 88)
“Andolsun hem sana hem de senden öncekilere ‘Eğer şirk koşarsan mutlaka amellerin boşa çıkar ve kesinlikle zarar edenlerden olursun’ diye vahyedildi. Aksine sen yalnız Allah’a ibâdet et ve şükredenlerden ol.” (Zümer, 65-66)
Buradaki ma’mûlün (âmilden) öne alınması hasr (sınırlama) manasını ifâde etmektedir. Yani yalnızca Allah’a ibâdet et, O’ndan başkasına ibâdet etme. Nitekim Fâtiha’da da bu kullanım görülmektedir:
“Yalnız Sana ibâdet eder, yalnız Senden yardım isteriz.” (Fâtiha, 5)
Allah (Subhanehu ve Teala) yine bu tevhîdi “De ki: Ben dîni Allah’a has kılarak O’na ibâdet etmekle emrolundum” buyruğuyla beyân etmiştir. Buradaki dîn, kişinin kendisine emredilenleri yaparak ve kendisine yasaklananlardan kaçınarak ibâdet etmesidir. Allâme İbnu’l Kayyım (rahimehullah)’ın dediği gibi:
İlim üç kısımdır, dördüncüsü yoktur, hakîkat açıkça beyân edilmiştir:
Allah’ın sıfatlarını ve fiillerini bilmek ve Rahmân’ın isimlerini bilmek
Bunlarla beraber O’nun dîni olan emirleri ve nehiyleri,
Âhiretteki mükâfâtı ve cezâyı bilmek…
İslâm’ın aslı ve esâsı olan ibâdet tevhîdinin zikri daha önce geçmişti. Aman yukarıda zikredilenlerden gafil olma!
“De ki: Gelin, Rabbinizin size haram kıldıklarını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın…” (En’âm, 151-153)
Yani Allah, sizi “O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın” buyurarak kendisinden sakındırdığı şirki size haram kılmıştır. İster büyüğü olsun isterse küçüğü olsun, şirk kendisiyle Allah’a isyân edilen en büyük günahtır.
Bu ümmetin sonrakilerinden birçok kimse haramların en büyüğü olan bu şirkin içine düşmüştür. Tıpkı Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bi’setinden önce cahiliyye döneminde olduğu gibi… İnsanlar kabirlere, türbelere, ağaçlara, taşlara, tâğutlara ve cinlere ibâdet etmişlerdir. Tıpkı diğerlerinin Lât’a, Uzzâ’ya, Menât’a, Hubel’e ve diğer putlara ibâdet ettikleri gibi. Evet, insanlar bu şirki din edinmişlerdir. Tevhîde davet edildikleri zaman en ileri derecede kaçmışlardır. Allah (Subhanehu ve Teâlâ)’nın buyurduğu üzere ibâdet ettikleri varlıklar için ileri derecede öfkelenmişlerdir:
Kitabut Tevhid (Kurretu Uyunil Muvahhidin) Şerhi
€ 22,90
Gewicht | 0, 80 kg |
---|---|
Barkod / ISBN | 9786058032903 |
Sprache | Türkçe |
Produktart | Bücher |
Verlag | Neda Yayınları |
Autor | Ş. Abdurrahman İbn Hasen |