Hazret-i Mevlânâ buyuruyor ki:
“Öldükten sonra benim mezarımı yeryüzünde aramayın. Benim gerçek kabrim âriflerin gönüllerindedir!”
Ârif gönüller… Kalplerini Hakk’ın nûru ile cilâlamış bahtiyarlar. Nefsânî arzularını bertarâf etmiş tertemiz ruhlar. Allah Rasûlü’nün zamana yayılan vârisleri. Peygamber ahlâkı ile nurlanmış gönül kandilleri.
Bütün mesele, hayatı son nefese kadar böyle gönüllerden sır ve hikmet incileri devşirerek yaşayabilmek. Tıpkı Yaman Dede gibi…
Yakın tarihimizin bağrı yanık peygamber âşıklarından olan Yaman Dede, evvelce bir Ortodoks idi. Hazret-i Mevlânâ’nın Mesnevî’sini okumak sûretiyle oradan aldığı ilham ile hidâyete mazhar oldu. Bu mazhariyetin minneti içinde hocalık yaptığı imam-hatip lisesi talebelerine derdi ki:
“–Bana niçin Mesnevî’yi çokça okuduğumu soruyorsunuz. Niçin okumayayım ki, ben bir Ortodoks olarak yaşarken Hazret-i Mevlânâ ve Mesnevî’si, beni elimden tuttu ve doğru Âlemlere Rahmet Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in vuslat eşiğine götürdü. O mübârek eşikte sonsuz kurtuluşumuzun sırrı olan aşk-ı Muhammedî’yi kana kana içirdi…”
Onun da ardından, bu fânî âlemde yaşadığı o ebedî aşktan hoş bir sadâ kaldı:
Susuz kalsam, yanan çöllerde can versem elem duymam,
Yanardağlar yanar bağrımda, ummanlarda nem duymam,
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Rasûlâllâh!..