Ne kadar harap olmuş olursa olsun, her ruh kurtarılmaya değerdir…
1800’lü yılların sonunda Çin’i kasıp kavuran iç ve dış savaşların getirdiği yıkımdan nasibini fazlasıyla alan gencecik Mei Lien, önce babasını sonra da çocukluğundan beri günün birinde evlenme hayalleri kurduğu nişanlısını kaybetmiştir. Zavallı, yaşlı annesiyle yapayalnız kalınca hayata tutunabilmek, özellikle de bu dünyadaki tek varlığı olan annesini hayatta tutabilmek için bir çöpçatanla anlaşma yapmayı kabul eder. Böylece ödenecek parayla hem annesini kurtarabilecek hem de Altın Dağı ismini verdikleri o uzak ama bereketli topraklarda zengin bir adamla düzgün bir evlilik yapabilecektir. Ancak annesinden yadigâr gelinliği ve el değmemiş hayalleriyle çıktığı bu yolculuk, onu gerçekleşen bir rüya yerine en kötü kâbuslarından birine götürür ve sonunda kendini bir eş değil bir köle olarak bulur. Çin Mahallesi’ndeki en karanlık yerlerden birinde açlığa, susuzluğa ve birbirinden beter işkencelere katlanırken, umut ışığının hemen yanı başında olduğundan habersizdir.
İyi bir ailenin kızlarından biri olan Donaldina Cameron ise nişanının bozulmasının ardından, kafasını toparlayabilmek için öğretmenlik yapmak üzere San Francisco’daki bir kız yurduna gider. Planı kızlara bir süre dikiş nakış öğretip evine geri dönmektir fakat çok geçmeden yurdun hiç de sandığı gibi bir yer olmadığını fark eder. Yurtta kalan tüm kızların Donaldina’nın hayal edebileceğinden çok daha acı dolu hikâyeleri vardır, dahası onları bu kötü kadere sürükleyen karanlık hâlâ şehrin sokaklarında kol gezmekte ve onlar gibi yüzlerce genç kızı daha tehlikeye atmaktadır. Peki, henüz kendisi de gencecik bir kadın olan Donaldina, kalpten bağlandığı bu kızları kurtarabilmek için gelecek güzel günlerini, hatta belki de tüm hayatını feda etmeye gerçekten hazır mıdır?