En olmadık yerde, en olmadık zamanda yolları kesişenlerin, birlikte yazacakları güçlü bir hikâyeleri vardır. Ancak kendi dünyasının ve karakterlerinin bağlarını çözüp, gevşetmeye razı olanlar, ben olmaktan, egodan ve kendi gölgesinden kurtulabilenler bu hikâyede başrol oynayabilirler. Bir de “Hoş geldin” demeye cesaret edenler…
Güzel ve akıllı bir kadın olan Armağan, hiç tarzı olmayan bir adam olan Ertuğrul ile iş sözleşmesi imzalarken, o imzanın hayatlarına da atıldığını bilmiyordu. Bilmediği bir şey daha vardı. Bu adamın hayatında Aslı olmaya gönüllü olduğu. Bunu fark ettiğinde çok geç olmuştu. Peki, ilk kez hissettiği bu sevda için kendi benliğinden ödün vermeye ve aşkı için savaşmaya hazır mıydı?
Ertuğrul ise rüzgârına kapıldığı bu aşkın peşinden giderken Kerem gibi yanacaktı. Yanarken de yakacaktı. Hem Armağan’ı, hem Armağan ile aralarına girmek isteyenleri hem de Armağan’a, kendisine ve şirketlerine zarar vermek isteyenleri ayrı ayrı yakıp kavuracaktı.
Sevda herkesi ve her şeyi yakar mıydı?
Sevginin ısıttığı kocaman bir aile sıcaklığına sahip olmak için ne kadar yanmak gerekirdi?
Aşkın ve entrikaların iç içe geçtiği bir hikâyeyi okurken mutlu olacak, kızacak, üzülecek, heyecanlanacaksınız. Ama en çok da seveceksiniz. Hem Armağan ve Ertuğrul’u, hem onların hikâyesini, hem de sevmeyi…
Kim bilir belki siz de birine “Hoş geldin” demek isteyeceksiniz.
“Gözlerinde görüyor, sesinde duyuyorum. Sen yıllardır gelmesini beklediğim kişisin. HOŞ GELDİN…”