Bora Beğ, Elif Kız’ı omuzlarından tutmak istedi. Ama titreyerek ona doğru uzanan kollarını hızla geri çekti:
‘Bak Elif Kız’ dedi. ‘Sen bu duyguyu bilemezsin… Biz kılıcımızla nişanlıyız. Düğünümüz at sırtında olacak. Damatlık kıyafetimiz kefenimizdir. Bir gün, kahpe bir ok veya hain bir hançer darbesiyle düşeceğimiz yerde kazılacak olan mezarımız; haclegahımız olacaktır…’ Bu son söz, o umutsuz sevdanın can evine zehirli bir hançer gibi saplandı…”
Onlar ki; zalimin tepesinde bir gök gibi gürledikleri halde, mazlumun karşısında bir bulut gibi ağlardı…
Onlar ki; “İ’la-yı Kelimetullah” uğrunda can verip canandan geçtiler; kılıçlarını şahit bırakıp, şehadet şerbeti içtiler…
Devir, Muhteşem Süleyman devridir…
Osmanlı akıncıları, Tuna boylarında akından akına koşmakta, şanlı tarihimize her gün yeni bir altın sayfa yazmaktalar…
Kanuni Sultan Süleyman’ın cülusundan vefatına kadar geçen süreyi kapsayan bu roman, tarihin içindeki tarihin hikayesidir…